Dersiniz: İksir (Hangi binanın sorumlusu olmak istediğimiz kısmı yok mu?)
Günde kaç saat Online olabilirsiniz?: Umm hazırlıktayım acayip çok denebilir. Kimse beni özlemiyor.
Örnek rp[en az 15 satır]:
_________________Üstüne örtülen battaniye ile azıcık olsun rahatlamış ve üçgenimsi şekle sahip, ince dudaklarında bir rahatlama tebessümü belirmişti. Ice'a bakmıyordu bakışlarını ondan kaçırmıştı. O her ne kadar çocukluk aşkı bile olsa bir amigoydu ve kuzeninin dediğine göre tehlikeliydi. Zaten biraz önce ona olan geçmişten kalma sıcak hislerinin bedelini az daha çok ağır biçimde ödeyecekti: Hayatı ile... ''Mersi mösyö.'' dedi takırdayan dişlerinin arasından kendisini kurtarana. Adı neydi acaba? Değişik biriydi, kıvır kıvır saçları, Yunanlılara özgü yüz tipi ile farklı geliyordu ona. Ülkesinde onun gibi çok Yunanlı vardı.-St. Tropez'de sadece Fransızlar yaşamazdı.- Ama o farklı gelmişti kendisine. Belki de rast geldiği diğerleri gibi bencilliğin had safhasında umursamaz olmadıklarındandı. Belki de az önce hayatını kurtardığı için sadece etkilenmişti ondan. Hoş daha bir kaç dakika önce ondan nefret ediyordu. Aptalın teki olduğunu düşünüyordu. Şimdiyse ona minnettardı. O olmasaydı başka kimse ona yardım elini uzatmayacaktı belki de. Dudaklarına yayılan gülümseme dostça bir hal aldı. Karnına saplanan kramp gülümsemesini yarıda kesti ama. İnildememek için dudaklarını ısırırken Ice'n söyledikleri çarptı kulağına. Şu anda anlayacak durumda değildi ama basit cümleler kurmaya özen gösteriyordu anlaşılan Ice. Kendisinden uzak durmasını söylüyordu. Jamie'nin söylediklerini o da söylüyordu. Ama ona ne diyebilirdi ki? Tamam, uzak duracağım dese kabalık etmiş olurdu. Uzak durmayacağım beni korkutmuyor başıma gelecekler demesi de alçakça bir yalan olacaktı. Ne diyeceğini düşünmektense midesine vuran krampa odaklandı. Zaten Ice gitmişti bile bir şey demesine fırsat bırakmadan. Az önce hayatını kurtaran adamın yanına gitmişti. Ve o adam kendisine asker selamı yollamıştı. (Ortak dil, işaret dili) Ona aynı şekilde karşılık vermeye çalıştı ama bedeni ani bir kasılmayla sarsılıp oturduğu yerde iki büklüm olmasına sebep olmuştu. Midesinden giderek artan ve boğazına yayılan kasılmalar aracılığı ile midesine dolmuş olan pis göl suyu bir anda ağzından fışkırdı. —Hatırı sayılabilecek bir miktar da burnundan sıçramıştı- Neyse ki bu manzara iki büklüm olduğu için battaniye aracılığı ile görünmez hale gelmişti. Olduğu yerde doğruldu ve battaniyeye iyice sarınarak üşümesini durdurmaya çalıştı. ''Ahh, Mon Dieu!'' dedi neredeyse duyulmaz bir sesle iç çeker gibi. Yarası o kısa an içinde anıların bıçağı ile deşilmiş ve akmaya başlamıştı pis kokulu irinleri geçmişin. Kaşlarını çatarak yeni bir mide bulantısını kimse ile konuşmadan beklemeye başladı. Gözleri yere dikilmiş halde duruyordu oturduğu yerde. Omuzları hafifçe sarsılıyordu bazen ama çevresinde birikmiş ve nasıl olduğunu sorup duran kalabalıktan soyutlamıştı kendisini. Etrafındakilerin yavaş yavaş çekilinceye değin yere bakmaya ve herhangi bir iletişimde bulunmadı. Belki bedeni burada duruyor olabilirdi ama aklı o kadar uzaklardaydı ki, aklı şu andan o kadar kopmuştu ki dışardan gören biri onu rahatlıkla otistik sanabilirdi.
Ve akıldan geçenler, bir kaç yıl öncesi... Ruhunu yaşlandıran bir anı, belki de yarı yarıya öldüren, soğutan. Kuzeni de biliyordu ondan öncesini, nasıl etrafını çabuk kabullenen, arkadaş canlısı ve biraz da çenebaz biri olduğunu. Sanki her şey birer intikammış gibi canlılığına saldırmış ve onu donuklaştırmıştı. Wanda ona mektubunda anlatmıştı aslında onu asla sevmediğini, bir an sevmek istediğini ama gene de bunu yapamadığını. Hoş bir çocuksun demişti kendisine o mektupta. ''...Sevilebilir birisin, belki de biraz küstahsın ama bunu affettiriyorsun bir şekilde...'' Sadece bunları hissediyordu Wanda, Searlus yıldızlara içten bir şekilde onu ne kadar sevdiğini haykırırken. Ah onun dudaklarında kendini kaybederken, ilk defa bakirliğini onda kaybetmişti. Babası ona evlenmeden bunu yapmasının St. Tropez gibi bir yerde ruhunu kaybetmek anlamına geleceğini söylese de bunu kulak ardı etmişti işte. Ona okulu bitirince evlenme teklifinde bulunmayı istiyordu. Ah ne zavallıca... Amacı sadece kalbini kırmaksa o gece neden kendini bırakmıştı kollarına? ''...Senin bakirliğin arada alay konusu da olsa bazılarında gerçek bir saygı uyandırırdı. Merak ederdik yoksa eşcinsel misin diye. Ve bir iddiaya girdim arkadaşlarımla. Ama biliyor musun gerçekten de eğlendim pek beklemezdim ama...'' Elleri titremişti bu kısımda. Kendisini bir zavallı gibi hissetmişti. Salt tek taraflı aptalca aşk için prensiplerini hiçe saymıştı. Yüzünün hali o kadar içler acısıydı ki eğer mektubu okurken herhangi biri onu görse bunu komik bulup gülmeye başlayabilirdi. Neden yüzüne karşı söylememişti bunları Wanda? Yüzündeki ifadeye şahit olup eğlenebilirdi pek ala. Etrafına toplayacağı kalabalık arkadaş grubu ile onun başını döndürüp ölümünü gerçek bir darbe ile tamamlayabilirdi. ''...Aslında bu sözleri gitmeden önce direk yüzüne söyleyecektim. İddiamı kazandığımı itiraf ettirecektim sana. Biliyordum bu çok kolay olurdu. Sen orada sadece şok olmuş halde kıvranır tabi biz de epeyce eğlenirdik. Ama Searlus o zaman kendimi gerçek bir canavar gibi hissedecektim. Hoş şu anda öyle hissediyorum ya. Biraz da bu mektubu...'' Ah sözde arkadaşları... Bir de son zamanlarda salt Wanda için hiçe saydığı, salt sevgili olmalarını kıskandığı için kendisini uyardığını sandığı gerçek arkadaşlarını düşününce vicdanı sızlamıştı. Zavallısın sen Searlus demişti kendi kendine kızarak. Ah işte son satırlar... ''Elveda Searlus, sana her şey için üzgün olduğumu söylemek isterdim ama artık sana bir yalan daha söylemek istemiyorum. Wanda.'' Ölümü düşünmeye başlamıştı Searlus. Şu anda o kadar acı çekiyordu ki yere kendisini atıp kıvranabilirdi can çekişir gibi. O geceden sonra kötü rüyalar ve güzel rüyalar sanki işbirliği yapmışçasına yıllardan beri ilk defa onu uykusuz bırakmaya başlamıştı. Salt Wanda'yı görmek için uyumak istiyor diğer yandan onun dudaklarından mektuptaki sözcüklerin döküleceğinden korkarak bundan çekiniyordu. Camdan dışarı bakarken odasından onun yansımasını görmüştü. Belki de biraz da bileğinin kötü bir şekilde kesileceğini bilerek cama bir yumruk savurmuştu öfke ile. Sonra kanayan bileğine aldırış etmeden yatağına uzanmış ve gözlerini kapatmıştı. Birazdan rüya görecekti. Acaba ölüler rüya görür müydü? Akan kan yatağını ıslatırken uykunun teskin edici kollarına dalmıştı. Ama rüya görmeye devam etti Searlus uyanana kadar. Kanın yeterli miktarda akmadığını ve kısa süre sonra pıhtılaşıp durduğunu görmüştü. Ardından normal hayatına dönmüş sanki akan kan ile beraber acıları da gitmişçesine sakinleşmiş, normale(!) dönmüştü. Bileğindeki kesiğin ne olduğunu ne annesi sormuş ne de kendisi anlatmıştı. Cam kırıklarını toplayıp bir de camcı çağırdı mı bitmişti her şey. Ama dikiş atılmamış yaranın izleri aslında hiç bir şeyin bitmediğinin habercisi olarak duruyordu. (Havanın sıcak olduğu zamanlar kalın, deri, Kızılderili işi bir bilezikle kapatıyordu izi artık)
Bir kaç dakika, yalnızca birkaç dakika sonra gülmsemeye başlamış hatta bununla kalmayıp ufak bir kahkaha da atmıştı. Kuzeninin o kendine özgü konuşma tarzında öyle bir neşe vardı ki kendisini tutamıyordu. Sonuçta ne olmuştu ki az önce. Sadece Ice kendisini suya atmış ve Searlus da onu kurtarmıştı. Dramatize edilecek tek bir olay bile yoktu ortalıkta. Kampın keyfini çıkarmalıydı sadece. Zaten aralarında bir anlaşma ile artık uzak duracaktı Ice'dan da artık. Adını bilmediği yunanlı ile de arası düzlemişti. Kuzenine sormak istedi onunla dost olmasının iyi olup olmayacağını. Sonra vazgeçti bir kızın bir kere hayatını yönetmesine izin verdiğinde ne olmuştu görmüştü. (Ah tatlı, her istediğimi yerine getiren, uysal bir kedicik gibiydin Searlus) Buna bir daha izin veremezdi, kuzeni olsa bile. Biraz kendi seçimlerini kendi yapmayı öğrenmesi gerekiyordu. Eğer bu yanacı yerde bir gölge olmak yerine bir birey olmayı istiyorsan. Artık yavaş yavaş kendisine gelse iyi olurdu. Wanda olayı kendisini henüz öldürmemişti, öldürmeyen şeyse güçlendirmeliydi, daha beter ezik hale getirmemeliydi. Ayağa kalktı ve Jamie'nin seslendiği çocuğa, David'e baktı bir süre. David durmuştu olduğu yerde. Bir Searlus'a bir de Jamie'ye bakıyordu çocuk. ''Bekle kıyafetlerimi alayım yedekteki.'' dedi tane tane. O beklerken üstündeki battaniyeyi atmış, çantasını kapmıştı giysilerini, pijamalarını doldurduğu, eğer çok üşür de üst üste giymek isterse diye ceketler, kazaklar almıştı. Bir de yedek iki üç tane pantolon. ''Ben odunları toplarken kendimi de ayrıca toplarım merak etme Jamie. Kendine iyi bak!'' Take care! Bu sözcüğü çok seviyordu. Evet, gerçekten de az önce dedikleri de gerçekten doğruydu. Kendisine gelmek istediğinde etrafa çeki düzen verirdi.-Cam kırıklarını toplamak vs...- David'in peşinden gitmeye başladı ormana giderken. İçlere iyice dalmışlardı. Karanlık artınca feneri çantadan çıkardı ve açtı. Sadece David'in feneri yetmiyordu doğal olarak. ''Dur David. Üstümü çıkarıp kuru kıyafetler giyeceğim.'' Çantasını yere atıp eğildi. Feneri ile aydınlatarak bir pantolon, ceket, kazak takımı çıkardı. Renklerini umursayacak halde değildi. Giderek ağırlaşan ve onu üşüten ıslak kıyafetlerden ilk önce pantolondan kurtuldu. Birisinin ona baktığını hissediyordu. David neden hala yürüyüp duruyordu? ''Hey bakma sakın! Nereye gidiyorsun David?'' Sonra acele ile kuru olan pantolonu giydi-soğuk hava resmen tenini kesiyordu- ardından ceketini ve kazağını üstünden fırlattı. Ama tam aniden eğilmiş diğer giysi parçalarını da alacaktı ki aniden donakaldı.